ÖRDEKLERDE ÇİPUMA HASTALIĞINDAN KARBÜRATÖRDE JİKLE AYARINA KADAR HER KONUDA HUYSUZLANABİLME YETİ'SİNE SAHİP BİR ŞAHIS. ONEMLİ YANİ...

Çarşamba, Ağustos 03, 2005

Koşun...Mine Kırıkkanat'ı linç ediyorlar !

Mine Kırıkkanat ekteki yazıyı yazdı ve her kesimden linç girişimler başladı..Yazıyı aşağıda okursunuz ama ben önce huysuzlanmamı yapayım :

Yoook arkadaş yok kitle faşizmine yedirmem ben Kırıkkanat'ımı....Nedir kardeşim? Halk plajlara hücum ediyor, vatandaş denize girecek yer bulamıyor..."Halkım benim" diye yüceltilen, "onun canı yok mu kardeşim?" diye popülizm yapılan bir günde hayatımı, gördüklerimi çirkinleştiren "allaam onlarla aynı havayı soluyorum" dediğim insanları yanımda istememe, onları sevmemek hatta iğrenmek, uzakta kalmak gittiğim yerlerde bulunmamalarını istemek en doğal hakkım...Mine de bu hakkını kullanmış..

Mine'yi linç etmeye çalışan tipler çok istiyorlarsa onları kendi villalarının havuzlarında serinletsin, ben onları görmek istemiyorum...

Bunu bana gönderen arkadaşa şu linki

Topbaş’ı isyan ettiren manzara

ve şu karikatürü gönderdim



O da bana

Donla denize girenleri savunmuyorum. Eyvah kıyamet kopuyor diyen tatlı su entellerine lafım.

dedi

Ben de ona

"evet, tabii ki kıyamet kopuyor...Ormandan şehre yürüyerek inmiş, insan içine karışmış, her nasılsa konuşmayı öğrenmiş ama ayılıklarından taviz vermeyen bu zontalar senin de yaşam alanlarına girdiğinde seni savunacak hiçkimseyi bulamayacaksın çünkü sen en başında Mine'yi savunmadın..."

dedim...

İngiltere'de yaşayan bir ağabeyim

(...)
bu zontalar'ı ne yapalim? Fırınlarda yakıp sabun mu yapalım yoksa gecekondularına mı hapsedelim?

(...)

dedi

Ben de ona

(...)
Doğal seçime bıraksak onlar zaten 3-4 nesil sonra yokolup gidecekler ama benim o kadar vaktim yok...Sabun yapmak daha iyi, daha temiz...Rahmetli Hitler bu işe hayatını adadı ama geçenlerde Alman Milli Takımında bir zenciyi gördüğümde "vay be Hitlerin kemikleri sızlamıştır, şimdi" dedim...

Onların nasıl yaşadığı, bana bulaşmadıkları müddetçe, umurum değil. Bir arkadaş da "o zaman git, Caddebostanda savun haklarını, sen gitmezsen onlar gider" dedi, ben de "olur mu canım onların kaybedeceği hiçbişi yok, benimse çok şey...Ben bu işlerle uğraşsın bana temiz, yaşanabilir bir çevre versin diye belediye ve hükümetimi seçmiş, vergimi de veriyor muyum, veriyorum...Gidip çorapları ile denize giren zontayı adam etmeye çalışmak niye benim görevim olsun ki?" diyorum...

Onlar bana bulaşmasın ben de onlara bulaşmayayım...Siz Türkiye'de olmadığınız için belki kapkaç olayları yabancı gelecektir, (belki oralarda da vardır) ama böyle sosyal demokrat soslu hümanist arkadaşlar ilk kap-kaç mütecavizi olduklarında "hepsini asmalı eşoleşeklerin" demiyorlar mı, o zaman bana bıyık altından sırıtmaktan başka seçenek kalmıyor...Sizin için de örneğin metrodaki bombalamalar "e onlar da eğitilmemiş, devlet elini uzatmamış, eşitliği böyle aramak onların da hakkı" diyor musunuz?


(...)

dedim.

Onlar da vergilerini veriyor

deyince de

Vergilerini vermiyorlar, verseler vatandaş olmanın bilincine varırlar...Şehre verdikleri zararın kendi ceplerinden çıktığı bilirler...Bunlar avantacı, anaforcu, otlakçı...Başkalarının emeği üzerinden yaşayan insanlar...Devlet arazisi üzerine derme çatma kaçak ev yapıp, güzel villalara nefretle bakan insanlar...Güzele, iyiye garez giden insanlar...

Masada yemek yerken bir çiçek eklemenin maliyeti yok ama bunlar onu yapmayıp parklardaki çiçekleri, hatta sopa ile, ezen bir güruh. Zeytinin üzerine biraz kekik ve kırmızı biber zeytinyağı eklemenin maliyeti o kadar fazla değil (ki bunlar plajda mangal yaptıklarına göre onu alacak paraları da var) ama kendi yaşamlarını güzelleştirmek yerine benimkinden nefret ediyorlar...Bu sakillik, zevksizlik, görgüsüzlük garip bir şekilde hoşlarına gidiyor.

Bunlar benim kadar çalışmayıp, benim oğluma sağladığım eğitim olanağını isteyen ve alamadığı zaman da fakir edebiyatı, insan hakları edebiyatı yapan bir yığın.

Bugün siz, ben, Kürt-alevi bir arkadaşım sırf okuma zahmetine katlandığımız için babamızdan daha iyi bir hayat yaşıyor isek, onların öyle kalmasının suçlusu biz mi oluyoruz? Hayatımı bir de onları adam etmeye çalışarak mı heba edeyim?

Peki onun oğlu da benimki ile aynı eğitimi alacaksa ben niye çalışıyorum? Siz niye vatanınızı bırakıp İngiltere'lerde çalışmak zahmetine giriyorsunuz? Eğer o avantadan, hakkı olmadığı, bunun için bir çaba göstermediği halde, sizinle aynı haklara sahip olacaksa adalet böyle mi sağlanacak?

Ne yaparlarsa yapsınlar, benim yaşam stilime dokunmasınlar istiyorum. Öteki hayata da, reenkarnasyona da inanamıyorum (belki vardır ama olduğuna dair bir kanıtım yok) bu sebeple bu hayatta en iyisini yaşamak istiyorum. Ne ben biri için fedakarlık yapayım, ne biri benim için fedakarlık yapsın. Onların varlıkları benim yaşamak istediğim hayatı yaşamama engel oluyor, hayatımı zorlaştırıyor, çirkinleştiriyor, yaşanmaz hale getiriyorsa ben onları istemiyorum, onalr da beni istemesin ama benim yaşam alanıma dokunmasınlar...


dedim....Siz de bilin istedim

Ve Mine'nin kıyamet kopartan yazısı

-----------------------------------
Halkımız eğleniyor
Mine G. Kırıkkanat


Dünyayı harmanlayan her Türk, sanırım İstanbul Atatürk Havalimanı'yla gurur duyar. Pek çok Batılı benzerinden bile daha modern bu altyapı, Türkiye'nin 'Arap olmayan' yüzünü ağartmaktadır. Öyle ki, geçen yıl turistik bir Mısır turundan Paris'e dönerken İstanbul'da aktarma yapan bir Fransız arkadaşım, 'Aradaki farkı sana anlatamam,' demişti. 'Kahire havalimanından sonra Atatürk'e inince, hepimiz uygarlığa kavuştuk diye sevindik. Avrupa, Atatürk Havalimanı'nda başlıyor!'
ÖVe bitiyor, sayın seyirciler. Mevsimlerden yaz ve bir pazar günü, Atatürk Havalimanı'ndan Türkiye'ye giriş yapan insan, 'sahil yolu'ndan geçmek gafletine düşerse, ne denizi görür, ne havasını alır, kendisini devasa bir mangalda bulur, pişmese bile tütsülenir. Belediye, halkımıza hizmet yarışında Sahil Yolu'nu bir güzel çimlemiş ve sanırım, üzerinde yürürler, oynarlar ya da en fazla yatarlar, sanmıştır. Çünkü Türk'ün mangal tutkusuna, zaten Belgrad Ormanları, Çamlıca tepeleri ve daha pek çok yeşil alan feda edilmiştir. Buralarda, ağaçlar füme dil, yapraklar dallar közlenmiş patlıcan görünümü arz etmekte, dağları taşları saran kebap dumanı 'Keşke çiğ yeseler' dedirtirken, kesif et kokusu yamyam olmadıklarına hayıflandırmaktadır.

Sahil Yolu'nda ise, kilometrelerce uzunluktaki çim alan kenarından geçen arabalardaki seyircilerin görüş zaviyesinde olduğundan, manzara da mangal düzeyindedir : Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir. Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı!
Atatürk Havalimanı'ndan sonra, mevsimlerden yaz ve pazar günleri, Sahil Yolu'nda Arabistan bile değil, Etiyopya'nın ete doymuş hali, 'Etobur İslamistan' başlıyor, sayın okurlar. İstanbul olmayan ne varsa, İstanbullu olmayan kim varsa orada: Son beş yılda 4.5 milyon artıp, 3 milyonu İstanbul'a akan nüfusun güruhu çimde etleniyor pazar günleri.

Tabii ki onların da eğlenmeye, dinlenmeye hakları var. Ama burada mı, böyle mi ?
Halkımıza hizmet yarışındaki belediye, İstanbul'un Anadolu yakasında, Şaşkınbakkal'dan Fenerbahçe'ye uzanan bir kumsal şeridi yarattı bu yıl. Maksat, Caddebostan'ın nostaljik plaj kültürünü canlandırmak, hatta yayıp uzatmak. Sonuç gerçekten güzel oldu : Yeşil alanından kumsalına, şezlonglarından şemsiyelerine Cote d'Azur'u andıran bir düzenleme yapıldı. Zaten sonuç güzel olduğu için başarısı paylaşılamıyor, Kadıköy Belediyesi ben yaptım diyor, İstanbul Büyük Şehir hayır, ben yaptım. Her neyse, açılışı Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, mankenler eşliğinde denize girerek yaptı. Ne var ki 1930'ların Caddebostan plajı modernitesini akla getiren açılıştan yalnızca bir gün sonra, 2005'in realitesi teslim aldı kumsalı, yeşil alanı ve sunulan tüm hizmetleri : Ümraniye plaja indi. Bırakın mayoyla denize girmek, sahilde laf atılmadan yürümek imkânsızlaştı. Tesettür anaları kumsalda mangal yeller, babaları don paça yatarken, irili ufaklı danaları da pamukludan dalgıç tulumlarıyla suda cıp cıp yapıyorlardı. Açılışın ertesi günü konulan mangal yasağı bir işe yaramadı, yalnızca iki gün sonra oturulsun diye halkımızın hizmetine sunulan tahta banklar, parçalanıp yakılmış, daha doğrusu mangala odun yapılmıştı. Şimdi bu sahillerde sabah yürüyüşleri yapan 'creme de la creme' Kadıköylüler, İslamistan varoşlarının işgal ettiği denizlerine ve kumsallarına bakıyor, lanet yağdırıyorlar halkımıza 1 milyon karşılığında plaj hizmeti sunan belediyelere. Ben de kendilerine sormak isterdim : Neredeydiniz o varoşlar oluşurken, hangi partiye girip kaliteli sesinizi, dünya görüşünüzü duyurmaya çalıştınız, ne kadar ilgilendiniz politikayla? Gecekondular denize inmez, eşkiya sizin yolunuzu DA kesmez mi sandınız?

5 Comments:

Anonymous Adsız dedi ki...

Radikal Mine Kırıkkanat'ın işine son vermiş....Hem de adına Radikal diyen bir gazete...Yazıklar olsun...Gün gelecek Mine'nin bahsettiği insanlar İsmet Berkan'ın da yaşam alanına girecek ama İsmet'i savunacak kimse olmayacak çünkü o zamanında Mine'yi savunmadı

8:52 ÖÖ

 
Anonymous Adsız dedi ki...

İşimiz zor yani.. Bırak yazmayı, yazanı savunmayı bile beceremiyoruz.. Şu soru aklıma takıldı. Güçlü olan kim ya da ne? Don mu, Mine mi, yazanı bile savunamayan biz mi?

1:47 ÖS

 
Anonymous Adsız dedi ki...

Super color scheme, I like it! Keep up the good work. Thanks for sharing this wonderful site with us.
»

2:18 ÖÖ

 
Anonymous Adsız dedi ki...

Your website has a useful information for beginners like me.
»

2:19 ÖÖ

 
Anonymous Adsız dedi ki...

Hey what a great site keep up the work its excellent.
»

2:40 ÖÖ

 

Yorum Gönder

<< Home