ÖRDEKLERDE ÇİPUMA HASTALIĞINDAN KARBÜRATÖRDE JİKLE AYARINA KADAR HER KONUDA HUYSUZLANABİLME YETİ'SİNE SAHİP BİR ŞAHIS. ONEMLİ YANİ...

Çarşamba, Ocak 29, 2003

HOY - 02

Huysuz Orta Yaşlı’nın ilk yazısı çıkar çıkmaz, ilk huysuzluğumu hemen Web’lerin Efendisi’ne yaptım...

Sebebi de arkadaşlardan gelen “söylediğin site adresi hata veriyor”, “sayfa açılmıyor”, “hiç yakışıyor mu senin gibi Yüce Majeste’ye kenar mahalle varoş sitelerinde yazılar yazmak” gibi şikayetler...

Web’lerin Efendisi de “bana bak, sen başlar başlamaz burada bir Ertuğrul Özkök-Serdar Turgut ambiyansı yaratmaya çalışıyosun ama buna izin vermeyeceğim” dedi...

Halbuki Web’lerin Efendisi bilmiyor ki zamanında hayranı olduğum Serdar Turgut defteri benim için kapandı..

Ben onu “hayattaki en büyük arzusu Margaux Chateau şarabı içmek, en büyük problemi eşi Rana” diye sevmiştim ancak ne zaman ki “Öteki Türkiye”nin sesi olmaya soyundu (hem de içine bir şey giymeden) ve ne zaman ki çocuk sahibi olmak üzerine o kadar okunası, forvırd edilesi yazılar yazmasına rağmen çocuk sahibi oldu, ben de o zamana kadar aldatıldığım hissine kapılarak “Serdar Turgut Hayranlığı” defterini kapattım.

Kapattım ama Habertürk’te Serdar Turgut’un katıldığı bir programdan sözetmeden de konuyu kapatmayayım...

Sunucu ST’ye soruyor “Öteki Türkiye’den çok e-mail alıyor musunuz?” ST de “eee, şey tanımı gereği Öteki Türkiye Internet’le pek haşır neşir değil” demek zorunda kaldı..

Ne güzel, programı sunan hanım kızımız daha Öteki Türkiye’nin anlamını ve kapsamını bilmiyor...Programdan önce de araştırma gereği duymamış...(Bu arada niye “International” için “Enternasyonel”, “Interconnected” yerine “enterkonekte”, “Integrated Circuit” yerine “entegre devre”, “Intellectual” yerine “entelektüel” diyoruz da “Internet”e “Enternet” demiyoruz bu da ayrı bir huysuzluk konusu)

+ Web’lerin Efendisi ile entelektüel anlamda saç saça baş başa giriyoruz ama (üstelik onun saçları kıvırcık, benimkiler kısa kesim, nasıl beceriyoruz hala bilmiyorum) ikimizi de aşan bazı mevzular var...

Örneğin Şarkıcı Nez...(O ne güzel bir isimdir, sevgilinize “Hayatım bu hafta sonu seninle birlikte olamadık çünkü Nez’leydim” deseniz, o size “ah canım, geçmiş olsun” der..Esas sana geçmiş olsun ama haberin yok)...

"Sakın ha!" şarkısından sonra piyasaya sürdüğü şu şarkının sözlerine bakın:

Devire devire
Yürüyorum şişeleri
Ben değil, barlar sarhoş
Evire çevire
Unutuyorum aşkları
Yalan bu dünya, herşey boş
İddia ediyorum ki herşey boş


Görüldüğü gibi gayet iddalı ve iddiacı bir şarkı.

Bu arada “evire çevire unutmak” gibi bir fiili Türkçemize kazandırdığı için kendisine teşekkür ediyorum...

+ Türkçeye yeni kelimeler kazandırmaya çalışanlara huysuzluk edenler var..Halbuki yaşayan bir dil olduğunu iddia ettiğimiz Türkçemize yeni durumlara göre yeni kelimeler, fiiller, özneler, kazandırmak şart.

Bu arada “iddia” diyorum çünkü yavaş yavaş Türkçenin yaşayan değil ölü bir dil olduğuna inanmaya başladım.

Örneğin yeni kuşağa “sifon çekmek” diye bir fiili anlatmak zor, bizim zamanımızda rezervuarlar yukarıda olur ve ipi çeker bir katakulli ile suyun aşağıya doğru akmasına engel olan kapak aralanır ve suyun boşalması sağlanırdı.

Halbuki şimdi şimdi mekanizması ya itiliyor, ya sapı çevriliyor, ya düğmenin kulağı bükülüyor, ya sap yukarı kaldırılıyor ama her halükarda “çekme” eylemi gerçekleşemiyor..Yeni kuşak da şaşırıyor tabi..

Aynı “arabaya binmek” fiili gibi, şimdi sadece Jeep türü arabalara “binmek” mümkün, ötekiler yer seviyesinde o zaman arabaya binilmiyor, arabanın içine yürünüyor.

Hele benim bir arkadaşımın Honda Prelude’ü var, ona binmek ne mümkün iniyoruz resmen

Peki Türkçenin yeni kelimeler kazanmasına, serpilip gelişmesine, yeni durumları anlatmasına engel olursak ne olur?

Yeni kuşaklar “bu dil benim derdimi anlatacak zenginlikte değil be kanka” deyip meramını başka dillerle anlatmaya çalışır..

Örneğin geçenlerde (tamam itiraf ediyorum lahana dolması parmaklarla yazdığım için böyle bir kelime ortaya çıktı ama) “tepkişmek” diye fiil buldum.. “Tepkisini tepişerek gösteren” diye de bir anlam yükledim, hiç de fena olmadı...

Türkçeyi koruduğunu zannedip, dil jandarmalığına soyunanlar “Peyami Sefa, Yahya Kemal Beyatlı, Sait Faik Abasıyanık böyle kelimeler kullanmıyordu” diye karşı çıkıyorlar ama “adam bana öyle söyleyince “ne oluyoruz yahu” oldum” lafının nesi yanlış?

Eminim onlar da duysaydı gayet rahatlıkla kullanırlardı.Türkçe’nin, uyumunu, mantığını bozmadan, önünü açmak lazım...

Bu konuda “”Otostopçunun Galaksi Rehberi”nin yazarı Douglas Adams’ın bir çalışmasını belirtmek istiyorum.Üstad oturmuş İngilizce’de artık olması gerektiğine inandığı kelimelerden bir sözlük yapmış...

“Örneğin “wrat” diye bir uzunluk ölçüsü, hani paralı otoyollarda bilet almak için arabanın camından kolunuzu uzatırsınız da parmaklarınızın ucu ile düğme arasında çok az bir mesafe kalır...

Mecburen, ya kemeri çözerek basarsınız ya da (Türkiye’ye özgü bir şey) orada duran çocuk düğmeye basar size verir..İşte arada kalan mesafenin adı wrat olsun ve konuşmalarda “memiyle aramda 3 wrat mesafe ya var ya yoktu” dendiğinde biz “vay epeyce az bir mesafe kalmış yahu” diyebilelim”..Çok yaşa sen Douglas usta..diyeceğim ama 2 sene önce öldü, nur içinde yatsın (tabi ışıktan rahatsız olmuyorsa)

Huysuz Orta Yaşlı’nın Günlüğü’nden

24 Ocak 2003

Sevgili Günlük, tamam huysuzum ama bir huysuzun üzerine bu kadar da gelinmez ki....

Bugün, işverenimin sigara, çay, kahve içmek için ayırdığı cafe'de insanlara en uzak olduğunu düşündüğüm her zamanki masada oturmuş puro keyfi yapıyorum (bu günlüğü okuyan 18 yaşın altındaki kardeşlerim sigara, puro, içki gibi uyuşturucu veya keyif verici maddelerden uzak durun (gerçi “keyif verici maddeler” lafında bir teşvik var ama olsun) bir parantez daha kapatmam lazım), arka masaya iki bayan oturdu, bir tanesi "bakar mısınız?" dedi, "buyurun" dedim, "puronun dumanı rahatsız ediyor, acaba başka masaya oturur musunuz?" dedi...

1-Orası iş yerinin sigara içmeye ayrılmış yeri

2-En uzak ve çevremdeki en az masayı rahatsız edecek yerde oturuyorum

3-Başka masalar da boşken tam arkamdaki masaya daha sonra gelip şikayet ederek beni kaldırmayı hak olarak görüyor

4-Öteki masaya geçtiğimde aynı şekilde o masanın arkasındaki insanların da rahatsız olabileceğini, üstelik onlardan sonra oraya gittiğim için haksız duruma düşeceğimi kestiremiyorlar

Bütün bu düşünce zincirinin sonunda "başka boş masalar da var, siz oraya geçin" dedim.

Hani "rahatsız olduk, puroyu söndürür müsünüz?" dese bu kadar huysuzluk yapmazdım....Sonunda onlar kalkıp bar kısmına geçerek kurabiyelerini orada yemeye devam ettiler...

Dönüş yolunda ATM'ye uğradım, biri "pat" diye omuzuma vurdu, döndüm, hiç tanımıyorum...

"Ahhh çok özür dilerim, birine benzettim" dedi...

"Bari benzettiğiniz iyi biri mi?" dedim, "evet, çok iyi arkadaşımdır " dedi, "e, iyi o zaman" dedim gittim...

Sana sormak istediklerim şunlar:

-Bunlar birer nedir?

-Ben huysuzluk mıknatısı mıyım?

-İnsanlar huysuz olduğum için mi böyle davranıyor, yoksa böyle davrandıkları için mi ben huysuz oluyorum?

İkinci olayda huysuzluk yapmamam, huysuzluk yapacak birşey olmamasından kaynaklanıyor..Bunu "gerekmediği zaman huysuzluk yapmıyorum"a bir örnek olarak sundum...

Bugünlük bu kadar artık yatayım...

Sevgiler

Perşembe, Ocak 23, 2003

HOY - 01


Adettendir, yeni bir gazete, dergi, televizyon kanalı ortaya çıktığında veya yeni bir yazar yazmaya başladığında, “niye çıkıyorsunuz?”, “ne yapacaksınız?”, “neyi eksik gördünüz de kapatmaya çalışıyorsunuz?”, “yapmasanız olmaz mıydı?” gibi sorulara yanıt vermek için kan ter döker.Benim ise bu konuda soruya soruyla karşılık vermekten başka bir seçeneğim yok:Niye yazmayayım ki?

Oğuz Aral’ın Hürriyet gazetesinde yarattığı (gündelik yaşamını anlattığı) bir tiplemesi var…Huysuz İhtiyar adı altında…Huysuzluk adına yaptıkları benim infiallerimle örtüşüyor ancak onun yaşına hürmeten ben burada ancak Huysuz Orta Yaşlı olacağım.

Huysuzluk, hele bir de etrafınıza kabul ettirdikten sonra, çok rahatlatıcı birşey, hatta daha sonra bizzat çevrenizdeki insanlar sizin huysuzluk göstereceğinizi bildiği konuları kendi süzgeçlerinden geçirip ya yapmıyorlar ya da yaptıktan sonra sizden klasik huysuzluklarınıza başlamanızı bekliyor.(Tabi karşınızdaki beklenti içinde iken huysuzluk yapmak sürpriz huysuzluklar kadar zevk vermiyor ama olsun)

Orta yaşlarda huysuzluğa başlamanın da kendince sakıncaları yok değil, en azından huysuz ihtiyarlar bir nebze daha şanslı, onlara yaşına hürmeten daha hoşgörülü davranılıyorken huysuz orta yaşlı, huysuz gençler, hele huysuz çocuklara ve huysuz bebeklere, tam da bu sıralama ile daha az hoşgörülü davranılabiliyor.(Bu arada, ilk huysuzluğumu yapayım: her seferinde Huysuz Orta Yaşlı diye yazmak çok vakit kaybettirici onun yerine HOY yazacağım, Hoy İspanyolca’da “Bugün” anlamına geliyor ama konu ile hiçbir bağlantısı yok, ben bugüne dair de düne dair de huysuzluk yapabilirim, sadece şimdilik yarın yapacağım huysuzlukları bilemiyorum (Bir ikinci “bu arada”, okurlar içinde “ne demek her seferinde Huysuz Orta Yaşlı yazmak zor geliyor MS-Word’ün Auto-Correct özelliğini kullansana” diyenlere buradan sevgi, saygı gönderiyor benimle uğraşmaya yetecek metanet diliyorum) galiba bir parantez daha kapatmam lazım)

Bana ayrılan Web’lerin Efendi’sinin kalbi kadar temiz ve beyaz bu sayfada ne yapacağım?Tabii ki Huysuz İhtiyar ne yapıyorsa onu…Yani yazılı hale getirilmiş huysuzluklar…Bunlar benim yaşadığım, içimden ve dışımdan dile getirdiğim huysuzluklar olacak…Siz de yaşadığınız-yaşattığınız huysuzlukları paylaşırsanız, beğenirsem yazarım, daha da beğenirsem o huysuzlukları önce yaparım, sonra yazarım….

Yalnız özellikle belirteyim bu yazılar düzenli olmayacak (eğer “kafama göre” diye bir düzenin varolduğunu kabul etmiyorsanız)…Haftalık yazı yazma tecrübesini Türkiye’nin en önemli, en saygın, en global internet haber portallarından birinde denedim ve 1 haftanın aslında ne kadar kısa bir zaman olduğunu gözlerimle gördüm, içim kan ağlaya ağlaya 33 yazı sonra son vermek zorunda kaldım.

Gün gelir hayatımı idealimdeki çalışma sistemi olan “düzenli bir iş sahibi olmadan, düzenli bir gelir sahibi olma” yöntemi ile kazanırsam periyodik yazılara dönebilirim ama o zamana kadar, Türkiye’nin ve benim yaşadıklarıma bağlı olarak haftada iki yazı da çıkabilir ayda bir yazı da çıkmayabilir.

Peki siz nasıl haberdar olacaksınız?Web’lerin Efendisi “HOY’un yeni yazısı çıktı” ibaresi koyabilir ama 11’inde çıkan bir yazıyı, 12’sinde okuyup 13’ünde hala bu ibareyi gören biri için bu ne farkedecek?Hiçbirşey, neyse bu Web’lerin Efendisinin sorunu.Belki bir e-posta ile uyarı mekanizması geliştirir.Bilemiyorum, umursamıyorum (en tatlı huysuzluk tepkilerinden biridir, sık sık kullanılması tavsiye edilir (bana karşı olmamak kaydıyla) galiba bir parantez daha kapatmam lazım)

Gelelim bu yazının huysuzluklarına..yok, siz orada rahat etmediniz buyurun benim koltuğa geçin…Valla bak, Allah’ın adını verdim, ne olur buraya gelin, orası cereyan yapar, böyle geçin, ben de çayın altını kısıp geliyorum…

+ Medya’da bir “Sahte Şeyh” lafı dolaşıp duruyor…Bre mel’unlar, bunların bir de gerçeği mi var, hangisinin sahte hangisinin gerçek olduğunu belirleyen bir kurum mu var?Gerçeği sahtesinden nasıl ayırediliyor?Işığa tuttuğumuzda filigran teli gözükmüyorsa ona sahte şeyh muamelesi mi yapacağız?

+ Dükkanlarda pek sık bulunmayan birşey aradığınızda şöyle bir diyalog yaşanır:
-Degüstatör kapakçığı var mı?
-Bizde bulunmaz
-Nerede bulabilirim?
-Valla onu sorucan birader? (veya “onu arayacaksın arkadaşım”)
Bre kolpa, soruyoruz işte, arıyoruz işte, sen nerede bulabileceğimizi söyle, veya bu bilgisizlik okyanusunda dalgalara karış, gözümden kaybol…Dün Bişi FM’deki DJ’in anlattığı çok hoşuma gitti yeri geldi ben de size anlatayım:
“Ticaretle uğraşan esnafın hal ve gidiş konusunda her zaman şikayetçi olmaları acayip birşey, ne zaman sorsanız “işler kesat, siftahsız kapatıyoruz, yaprak kıpırdamıyor” edebiyatı, “birşey satamıyoruz” dediğimiz kadar “uzaya gideceğiz” diye tekrarlasak şu an uzayda dolaşıyor olurduk”

+ Lokanta ve giyim mağazalarında karşılaşmışsınızdır.Garson “çorbalardan ne alırız?Ana yemek için karar verdik mi?” samimiyetine girer “evet ben Mercimek çorbası içicem, sen de mi bizimle yiyecektin?” veya tezgahtar “kaç beden giyiyoruz?” “Ben 42 giyiyorum ama size herhalde 54 olur” demek geliyor içimden.(Daha bunu diyecek kadar yaşlanmadım)

+ Reklam Özdenetim Kurulu bir sucuk reklamı hakkındaki şikayetleri firmasına iletmiş.Gerekçe halkın fakir kesiminde infial yaratması ve sucuk diye tutturan çocukları karşısında zor durumda bırakması.Firma da anlayış gösterip reklamı yayından kaldırmış.Aferin, yarın vitrinlerden de kaldırır, öbürsügün satmayı da bırakır, böylece fakir halkın önündeki üretimden zengin olma olanağı da ortadan kalkar.Bill-board’larda da sadece dar gelirli vatandaşların alabileceği ekmek, bulgur, zeytin reklamı yapılır.

+ Konya’da bir vatandaş çocuğuna Recep Tayyip Erdoğan adını vermek istemiş, Nüfus Müdürlüğü “teknik nedenler”le “ya Tayyip Erdoğan ya da Recep Tayyip olur”demişler.Çaresiz kabul etmiş ama dava da açıyormuş.Bundan sonraki çocuklarının adını da Cami, Minare, Süngü, Kışla koymayı planlıyor olabilir, tetikte olmakta fayda var.

Bu yazılık bu kadar huysuzluk yeter, daha yazacaklar var ama bütün cephanemi tek yazıda harcamıyayım….

Bu yazının tavsiyesi:Radyo Kozmos 92.3’te Cenk ile Erdem’in Müebbet Muhabbet’leri var.Hafta içi 19:00-20:00..Zevzek geyik muhabbetinden hoşlanıyorsanız muhteşem birşey…Cuma-Cumartesi akşamları da TV programları varmış…Bende yok, Kablo TV’de Hot TV diye bir kanal varmış orada…(Bir arkadaşım “bizim yatak odaasındaki televizyonda kablo TV var, istersen gel orada seyret” dedi, tırstım, gitmedim onun için bu bilginin ne kadar sağlıklı olduğunu bilemiyorum)

Toplumsal Ahlak’ın sopası üzerinize olsun….