ÖRDEKLERDE ÇİPUMA HASTALIĞINDAN KARBÜRATÖRDE JİKLE AYARINA KADAR HER KONUDA HUYSUZLANABİLME YETİ'SİNE SAHİP BİR ŞAHIS. ONEMLİ YANİ...

Salı, Mayıs 30, 2006

Ah Petek...Gene Petek...

+ Geçenlerde bir sağlık kuruluşunda hala sağlıklı ve işe yarar olduğumu ispat etmek için rapor gerekti. Gittim.

Önce Kulak kısmına alındım. Doktor hanım elinde bir aletle kulağımın içine baktı. Kendi kendine söyler gibi "Altı" dedi...

"Haydaa" dedim içimden "kulak tansiyonu diye birşey var da bu alet onu mu ölçüyor?", sonra öteki kulağıma baktı, aynı fısıltı ile "üç" dedi...Hobaaa, niye biri 6, niye öteki 3? Bu dengesizlik nedir?

Hanım doktor muayeneyi bitirdi. Bana döndü "ne dedim ben?" dedi. "Altı ve üç" dedim. "Güzel" dedi ve raporda kendine ait yere Sağlıklı yazdı, imzaladı...Meğerse duyma gücümü ölçüyormuş.

Olayı Web-fm'e anlattığımda "huysuzluk fırsatını kaçırmışsın. "Ne bana soruyorsunuz siz bir yere not etmediniz mi? Onu da mı ben takip edeceğim? Ya yanlış hatırlarsam?" diye çemkirseydin ya" dedi.

Paşa da " 'bir daha ölçün doktor hanım hiç üç olmazdı hatta hiç 5'in altına düşmezdi, yediğim birşey dokunmuş olabilir mi?' deseydin ya" diye öğüt verdi.

Hakikaten güzel bir huysuzlanma şansımı kaçırmışım. Tüh...

+ Petek Dinçöz bacımız ile Kutsi biraderimizin son klibini izledim. Şarkı Türkçe ama nakarat kısmında uzatarak "Ah Fate" diyorlar... (okunuşu "aaaaaah feeeeeeyt", Türkçe meali "aaaaaah kadeeer") "hah" dedim "tam kafayı yediler artık. Türkçe parçaların arasına İngilizce laflar serpiştirerek gelen tursitleri avlamaya çalışacaklar".

Sonra şarkının adını yazdığında anladım ki boşuna huysuzlanmışım. "Aaaaah Faaaate" değil "Affet" diyorlarmış yaya yaya...

+ Bir huysuzluk fırsatını kaçırdım, bir tane de haybeye huysuzlandım bari bunları affeeeyt'tirmek için bir de ruhsatsız ve kaçak huysuzlanmayı engelliyeyim.

WTA İstanbul için Tekstilkent'in yakınında apar topar yapılan portatif tenis kortunun zemini ve yeri beğenilmemiş.

Zeminde çukurlar, engebeler bayan tenisçilerin canını sıkmış. Bir de otoyol kenarında olması sebebi ile trafik gürültüsü canlarını sıkmış konsantrasyonlarını engellemiş.

Yok yaaa...Hem İstanbul'a geleceksiniz hem de özelliklerini görmeyeceksiniz. Var mı öyle yağma? Siz İstanbul sadece Boğaz'dan ibaret mi sanıyorsunuz?

Bizim yollardaki çukurlarımız ve trafik gürültümüz de meşhurdur.

Bir de su baskınlarımız var ama siz kurak mevsimde geldiniz. Belediye bu güzelliği göstermek ve yaşatmak için yeteri kadar su bulamamış demek ki.

Size Roland Garros gibi bir tesis sunsalardı Myskina, Groenefeld, Peer İstanbul'u nasıl ve ne diye hatırlayacaktı ki? Böylesi inanılmaz ve unutulmaz folklorik güzelliklerle bezeli globalde yerelliği yakalamış bir organizasyon olmuş.

Helal olsun emeği geçenlere...

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. ("Ne olur kapıyı aç..Beni affeeeyt" diyenlere "önce ağzını topla sonra konuşalım" deyin)

Toplumsal ahlakın sopası hepimizin üzerinde olsun.

Cuma, Mayıs 26, 2006

Birlik ve Beraberliğe olan ihtiyacımızı anlayamayan Ronaldinho

Billboard’larda gördüm. Trident Fresh Türkiye’de imiş..Oleeeyyy…(Niye sevindiysem)

Ronaldinho da bu sakızların (ciklet de diyebilirdim niye demedim bilmiyorum) reklamlarına çıkmaya başlamış…

Hiç mi bir Allah’ın kulu bu adamın suratına bakıp dişlerini görmedi ve dişlerin yamukluğu ile sakız çiğnemek arasındaki o bilim/efsane karışımı bilgi parçasına saygı göstermedi yahu?

Bu adamcağızın kazandığı milyonlarca dolara rağmen dişçi korkusu veya bedava getirmeye çalıştığı için muhtarla yeşil kart yüzünden kavga ettiği gibi şehir efsanelerini saymazsak futbolculuğu dışında en önemli fiziksel özelliği dişleridir.

Hani ilk demiryollarının yapılmaya başladığı zamanlar öndeki lokomotifin en önünden yollardaki engelleri süpürsün diye konulan…yok..ben tarif edemedim siz de gözünüzde canlandıramadınız..En iyisi resmini koyayım.

Hah işte bu lokomotifin önünde görülen şeye benzeyen, ki biz zamanında kazma diş olarak tarif ederdik, yeni nesil ne diyor bilmiyorum, zımbırtıdan Ronladinho’da oldukça bariz bir şekilde var.


Bana inanmıyorsanız, şu karikatürlere inanın

Bu durumda ne oluyor? Çocuk reklamı görüyor. “Anneeee, ben de Ronaldinho’lu sakız istiyorum” deyince annenin ilk gördüğü dişler oluyor. “Aman oğlum/kızım onları çiğneyen adamın halini görüyorsun. Dişlerin öyle mi olsun yani?”. “Yaa ne alakası var anne yaa?”, “Öyle deme oğlum/kızım. Çok çiğnenen sakızın dişleri yamulttuğu, pörtlettiği, eciş-bücüş yaptığı İsviçre’deki bilim adamlarının klinik deneylerde ispatladığı bir gerçek.” “İnanmıyorum anne bu konuyu da uluslararası platforma taşıdın ya…Pes yani pess”

Hadiii alın bakalım bir gereksiz gerginlik daha…Ronaldinho forma, ayakkabı, dondurma, şampuan, klavye, gitar, cep telefonu, jeton, Dardanel Ton, orkid..(ne var? İlhan Mansız’dan neyi eksik?), araba vb. reklama çıksın ama sakız reklamı, o güzelim dişleri ile ters düşen bir mesaj olmaz mı?

Bu aynı kel bir adamın kellik ilacı reklamına çıkmasına benzer. Adam kendi başına zaten kel…Kelliğini gayet güzel yardımsız ve cerrahi müdahale olmadan başarmış…Bir de ilaca ihtiyacı yok ki…Haydaaa…Örnek yanlış oldu ama siz anladınız zaten ne demek istediğimi.

+Bu ülkenin “birlik ve beraberliğe olan ihtiyacı” ne zaman bitecek? Bir de dikkat ederseniz bu söylem “ülkemizin birlik ve beraberliğe ihtiyacının en çok olduğu günler” süslemesi içinde dayatılıyor burnumuzun dibine

-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde çoraplarımı bulamıyorum Şükran.. -Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde niye bana gitmiyoruz Tuğçe?
-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerden hangisinde beni istemeye gelecekseniz Fikret?
-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde puan veya puanlara şiddetle ihtiyacımız var
-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde bir altılı kuponu yazalım mı?
-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugün sana kurufasulye yaptım Tarık. Gelirken turşu al. Yanında iyi gider.
-Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde bize bir sakal çıkmayacak mı?

-İnanmıyorum sana olm. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bugünlerde esprimi anlayıp gülmedin ve beni kızların arasında rezil ettin ya. İnanmıyorum sana yaa...

Yaa nedir? Ne zaman “yok kardeşim bugün birlik beraberlik içinde olmamıza gerek yok. Çıkın dolaşın, bireysel takılın. Yaya yaya gezin anasını satayım” diye anons yapılacak?

Veya gözünüzde canlandırın. Kapı çalınıyor :

-Birlik ve beraberliğe ihtiyacın var mı yenge?
-Yok kardeşim. Sağol.
-Peki abla. İhtiyacın olursa ben yokuşun başındayım.
-Peki kardeşim.

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Aradabir "Açın kapıyı..Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var. Özellikle de bugünlerde" diye kapıyı zorlayanlar olabilir. Açmayın onlara kapı ve mapı)

Toplumsal ahlakın sopası hepimizin üzerinde olsun.

Perşembe, Mayıs 25, 2006

Sarı Laleler ve Show-Room'lardaki Hayatımız

+ MFÖ’nün “Sana Sarı Laleler Aldım, Çiçek Pazarı’ndan” şarkısından sonra belediyenin diktiği 3 milyon laleden sarı renkte olanları kaybolmaya başlamış.

Millet, Çiçek Pazarı olarak gördüğü park ve bahçelerden sarı laleleri kopartıp, evine götürmek, sevgilisine verip prim yapmak için götürüyormuş.

E yuh yani…İyi ki MFÖ “sana kaldırım taşı getirdim sokaktan” diye bir şarkı yapmamış yoksa bütün yollardan kaldırım taşları sökülüp hediye olarak götürülürdü…

Bir de şu var, madem millet MFÖ’yü dinliyor ve onunla sükse yapmaya çalışıyor, acaba MFÖ, toplumu eğitme işinde kullanılamaz mı?

Örneğin :

“Kürt sorununu çözdüm ufaktan”
“Sana laiklerin de kabul edeceği bir türban aldım Tesettür Giyim’den”
“Karakolları şeffaflaştırdım hafiften”
“AB’ye uyum sürecini çıkarttım aradan”
"Yargı sürecini hızlandırdım epeyce"
“Artık denize donla girme. Sana mayo aldım Speedo’dan”

gibi sözleri olan şarkılar yazsa, bu dertlerden kurtulsak. Olmaz mı?

+ Şuna artık kesin kanaat getirdim, bayanlar, evleri yaşama alanı olarak kullanmıyorlar. Onlar için ev tam bir “show-room”.

Eve alınan bütün perde-koltuk-halı-yatak örtüsü-şifonyer-banyo süsleri-zigon masaları, diğer insanları “bakın benim ne cicilerim var?” mesajı vermek üzere kurulmuş.

Şimdi “başına ne geldi de bu sonuca vardın? Hadi o olayı anlat. Yenge ile kapıştın da, hırsa bulandın, sinire kestin, çala klavye yazıyorsun değil mi?” diye üzerime gelmeyin. Çünkü gerçekten de yok öyle bir şey.

Daha doğrusu var öyle bir şey ama yoğun bir şekilde yaşanmış durumda değil. Plan, 15 yıla yayılmış (hala devam eden) ve benden gizlenmeye çalışılmış.

19 Mayıs tatilinde Cunda adasında bir arkadaşla yaptığımız muhabbet neticesinde ikimizin de aynı anda kafalarımızda lambaların yanması ile açığa çıktı.

Hayatın anlamını çözmüş gibi birbirimizi tebrik ettik, ellerimizi havada çarpıştık, daha ileri gidip basketbolcular gibi göğüslerimizi de vuruşturacaktık ama hem deniz kenarında olmamız, hem biralanmış olmamız hem de vücut boyutlarımızın birbirleri ile orantısız olması sebebi ile ona cesaret edemedik. Benim zararlı çıkacağım kesindi.

Bir koltuk takımının modası mı geçermiş? Perdelerde “bu sezonun renkleri ve modelleri” diye bir şey mi olurmuş? Ortaya alınan sehpa ve masaların üzeri niye örtüler ve, doğada olsak “börtü-böcek” diye tanımlayabileceğim ıvır zıvırla doldurulur ve bir ayak uzatılacak, tabak konacak yer bırakılmayacak bir görüntüye dönüştürülür?

Yoksa oralar da bayanların savaş tatbikat alanları? “Mavi birliği biraz sağa alayım, kırmızı birlik çok tek başına kaldı, her an saldırıya uğrayabilir. Turuncu birliklere takviye lazım” gibi şeyler mi geçiyor kafalarından?

Anlamış değiliz ama bu “bir kadının evi onun show-room’udur” gibi bir laf toplumun ağzında yerleşirse telif hakkı isteriz, ona göre…

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Aman evde birşeyin yerini değiştirmeyin. Hanımlar çok kızıyor. )

Toplumsal ahlakın sopası hepimizin üzerinde olsun.

Salı, Mayıs 16, 2006

Gene Bayanlar ve Tutku'lu zibidiler

+ Nedir bu bayanların erkekleri değişmeye, kendine benzetmeye zorlama ihtirasları yahu? (Evet, farkındayım çok bodoslama oldu. Hazırlanmanıza, üzerinize rahat birşeyler almanıza olanak tanımadan konuya balıklama girdim. Özür dilerim. Bir daha olmaz. Belki de olur…Hatta olma ihtimali daha fazla)
İstisnasız hiçbir bayan erkeğinden %100 memnun değil. “Sevgilim, dünya tatlısı ama keşke biraz daha az öküz olsa”, “Eşim bir melek ama sonuçta Azrail de bir melek değil mi?”, “Oğlum dünya tatlısı bir prens ama ah o arkadaşları yok mu?”

Tabi bu memnuniyetsizlik de beraberinde birlikte olduğu erkeği değiştirmek, istenilen kalıba sokma çabalarını getiriyor. “Madem bundan memnun değilim, o zaman bunu bırakayım da memnun olacağım bir tane bulayım” çabası yerine bir zorlama süreci ve akabinde gelen hırsa bulanma, sinire kesme durumları…

En küçük bayanından en büyüğüne kadar bu böyle :

- Tuğçe, ben sıkıldım, bahçeye çıkıp bisiklete bineceğim
- Hayır Buğra, evcilik oynayacağız
- Ama ben bisiklete binmek istiyorum
- Hayır dedim. Yoksa annemlerin evine giderim.
- E, zaten sizde oynamıyor muyuz?

Daha iyisi yok elimdeki ile idare edeyim”, yerine “daha iyisi yok, ben de bunu şekillendireyim” yaklaşımı var bütün bayanlarda…

Yapmayın arkadaşlar, istekler farklı, bakış açıları farklı, beklentiler farklı. Hiç bir şey olmasa, 3 sene, 5 sene, 18 sene, 25 sene, 43 sene, 70 sene öyle veya böyle, memnun olsanız da olmasanız da bir birikim var. Bunu, sırf siz istiyorsunuz diye, 3 günde 5 günde, 18 günde, 25 günde, 43 günde, 70 günde değiştirmeyi kim başarmış ki siz başarabilesiniz?

Başarmış gibi göründüğünüz durumlarda da :

- Oğlum nedir? Bıyıklar gitmiş?
- Yaa, ince ayar yaparken, ölçüyü kaçırmışım
- Tabi, tabi..Melis istemiyordu değil mi?
- Yaa ne alakası var oğlum yaa..Sıkılmıştım zaten. Nedir o, çorbanın içine girer, su bardağında dolaşır. Öpüşürken batar…
- Ne? Ne dedin sen? Nihohahaha


şeklinde artçı muhabbetlere muhatap olur ve sizden ufak çaplı nefret edilmesine yol açar bilesiniz.

Ben bu çabaları resim sergisinden yağlı boya bir tablo alıp eve gittiğinizde “şurasının rengi olmamış, burada çizgiler yeteri kadar yumuşak değil, şuraya da gereksiz tarama yapılmış” diyerek suluboya fırçası ile resme müdahale etmeye benzetiyorum.

Yapmayın arkadaşlar, eğer resimde beğenmediğiniz yerler varsa hiç sergiden almayın. Bırakın belki olduğu gibi beğenen biri çıkar (zor ihtimal) ama her halükarda sanatçının eserine saygı duyun. Belki yapım aşamasında müdahale etseniz makul olabilir veya sipariş üzerine çalışan bir anne bulabilirseniz en ideali ama resmi aldıktan sonra yapılan müdahaleler sanata ve sanatçıya yapılan haksızlıktır. Ve yıllar sonra karşılığında alacağınız teşekkür yanıtı :

Ömrümü yedin, ömrümü!” olacaktır.

Daha fazlasını beklemeyin.

+ Tutku bisküvilerinin son reklamını seyrettiniz mi?

Türk-Yunan sınır köprüsü üzerinde Türkiye’den Yunanistan’a motorla geçen iki zibidi (niye zibidi? Çünkü sırt çantasının fermuarını kapatmayı beceremeyerek beni birazdan sinir edecekler) köprüyü geçerken sırt çantasında bir paket Tutku bisküvi düşüyor. Tutku Türk sınırının 3 parmak içine düşüyor biraz yuvarlanıyor ama en fazla 2 parmak gidebiliyor. Bu arada Yunan gümrük görevlileri de Tutku’ya “gelsene, hadi gel vre” türü el işaretleri yapıyor.

Türk tarafı bunu görüyor, büyük bir olgunlukla sınır çizgisine geliyor, Tutku’yu elinin tersi ile itiyor Yunan tarafına deplase olmasını sağlıyor, Yunanlı meslektaş da mal bulmuş mağribi gibi, Kardak Adalarını geri almışçasına muzaffer bir eda ile sınır gözetleme kulübesine geri dönüyor.

Dikkatli okuyucular takip etmiş, detayı yakalamıştır. Türk görevlide, paketi alıp nazikçe uzatmak yok. Elinin tersi itip, “al ulan al. Tüket anasını satayım. Sevindirik oldun di mi? Şopar seniii…” türü bir yaklaşım var. Üstelik kimin malını kime veriyorsun kardeşim? O bisküvi paketi senin değil ki motorlu zibidilerin.

Ha, bu arada son detay da Türk görevlileri yarım bıraktıkları çay saatine döndüklerinde ne görseler beğenirsiniz? (Ne görseler beğenmeyin, ama olsun) Kendi Tutku paketleri boşalmış.

Haydaaa, sorumsuzluğun, plansızlığın, programsızlığın, geleceği görememenin, vizyon sahibi olamamanın, elindeki malın kıymetini bilememenin, tüyü bitmemiş yetimin hakkını Yunan’a kaptırmanın bundan daha açık bir anlatımı olamaz.

Şimdi Türk Sınır Görevlileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği çıkıp bir açıklama yapsa ve “Bu filmi kınıyoruz, hiçbir Türk sınır görevlisi böyle bir şuursuzluk yapmaz. Görev sırasında yiyip içmeyeceği gibi, yiyip içse de hiçbir zaman malzeme eksikliği çekecek bir hazırlıksız yakalanma durumunda olmaz. Bu reklamı kınıyor, duyarlı Türk halkını Tutku yememeye çağırıyoruz. Atatürk’ün “Türk sınır görevlisi, kuşkusuz dünyanın en içten ve gönül dostu sınır görevlisidir” şeklindeki sözünü bir kere daha hatırlatıyoruz” türü bir açıklama yapsa haksız mı?

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Eğer kapı sınıra yakın bir yerde ise açık tutun, belki tutkulu (her iki anlamda da) motorsikletli zibidiler gelir, biz de eğleniriz )

Toplumsal ahlakın sopası hepimizin üzerinde olsun.