ÖRDEKLERDE ÇİPUMA HASTALIĞINDAN KARBÜRATÖRDE JİKLE AYARINA KADAR HER KONUDA HUYSUZLANABİLME YETİ'SİNE SAHİP BİR ŞAHIS. ONEMLİ YANİ...

Salı, Temmuz 26, 2005

Huysuz İhtiyar - Oğuz ARAL Özel Sayısı

Huysuzluk yapma genlerini aldığıma inandığım sevgili Huysuz İhtiyar Oğuz Aral'ın ölüm yıldönümünde, öğrencileri ve Penguen yazar-çizer tayfasından Bahadır Baruter, Erdil Yaşaroğlu ve Metin Üstündağ bugün (web-fm sözünde durur da 26 Temmuz Salı günü yayınlarsa “bugün” tabi, yoksa geçtiğimiz günlerden birinde) Cihangir Parkında Oğuz Abi heykelinin açılışını, arkadaşı ve bir başka üstad Müşfik Kenter ile yapacak.

Gerçekten heykeli dikilmesi gereken bir üstadın, gerçekten heykelini dikerek en önemli ev ödevlerini yerine getiriyorlar. "Düzene muhalifiz, gerekirse muhalefet de yaparız ama esas işimiz mizah, güldürmek" diyen bir ekolün günümüz öğrencilerinin kendilerine yakışır bir "sana layık olmaya çalışıyoruz" çabası, alkışlanacak bir şekilde taçlandırılıyor.

Küçükken Gırgır'la dünyaya bakış açımı belirleyen, Gırgır elimden alındıktan (ne kadar sahiplenmişim) sonra da Hürriyet'teki Huysuz İhtiyar köşesinden hor vurup hormon savurduğu huysuzluk hormonları bir kere daha "dünyayı huysuzluk kurtaracak, saçmalıklara hırlamakla, saçma insanları horlamakla başlayacak herşey" dedirterek dünyaya, insanlara, olaylara bakış açımı çizdi.

Ondan ilham ve güç; web-fm' den de sitede arazi alarak başladığım Huysuz Orta Yaşlı yazılarımının ilk üçünü kendisine göndermiş, icazet ve fikir almıştım. Faks çekerek "kısa cümleler kurmamı, telgraf çeker gibi, her kelimeye para ödeyecekmişim gibi yazmamı" öğütlemişti. Bu öğüdünü yerine getir(e)medim. Uğraşmadım değil ama kendi yazılarında da, aksini öğütlese de, uzun cümleleri beni rahatlatıyordu. "Herhalde" diyordum "benim yazdıklarımı anlamayan kişilere aşina değiliz" düsturundan yola çıkıyor. Cümleleri 3'e, 4'e bölerek daha kısa cümlelerle anlatımın okuyucuların entelektüel birikim ve düşünme/anlama seviyelerine hakaret olarak görüyor ve bu öğüdünü bilerek isteyerek tutmuyorum.

Keşke bir yerlerden "niye öğüdümü tutmuyorsun eşşoğlusu? Afferim lan kerata" dese de rahat etsem. Aynı, kompozisyonlarını beğenmediği Erdil'e yaptığı gibi : o kısacık eleştiri bile Erdil'in "içindeki sıkıntıyı atmasına" faydalı olmuş. "O konuşmadan sonra benim çizgim çok değişti, şu anda o kadar rahat ve mutlu çiziyorum ki" diyor Erdil. Benim çizgim değişmez ama ben de rahat ve mutlu yazabilirim.

Karısı da muhakkak ki huysuzluklarından çok çekmiş. Ama, sevgili eşimin aksine, Tolga hanım hiç şikayet etmiyor (en azından şimdi). Tolga hanım bir anısında "vücut sağlığı için sert ortopedik yatak almıştık. Gece yarısı beni uyandırdı "kızım, sana yatak yerine göbek taşı satmışlar" dedi ve öteki tarafa dönerek uyudu" diyor.

Yaptığım huysuzlukların işime de yarayabileceği bir anı-hikaye herhalde sevgili Huysuz İhtiyar'ın da hoşuna gidecektir.

Sevgili eşimin bir halı dükkanından aldığı halıyı bir başka mağazasında değiştirmek istedik. Mümkün olup olmadığını sorduk :

-Mümkün değil, ancak siz buradan bir tane beğenin biz Capitol mağazasına göndeririz, oradan değiştirebilirsiniz.
-Niye ki? Siz o mağazaya bir halı gönderince onlar size onun karşılığında başka bir halı mı verecekler?
-Hayır ama stok takip programımız ve muhasebe sistemimiz böyle çalışıyor. -Sizden bir halı eksiliyor, onlarda bir halı artıyorsa bu nasıl muhasebe, stok takip sistemi?
-Üzgünüm ama kural bu, beyefendi.


Tezgahtar beni ikna ettiğini zannedip, sevgili eşime renk ve desen seçiminde yardım etmeye gitti.

Ben peşini bırakır mıyım?

-Peki, şöyle yapsak, biz kahverengi halıyı istiyoruz. Bu pembeyi (ben "pembe" diyorum ama kadın sözlüğünde o rengin başka bir adı var) size bıraksak da kahverengiyi alsak. Siz de pembe halıyı Capitol'deki mağazaya gönderseniz?
-Olmaz beyefendi, mümkün değil
-Yau, niye mümkün değil, yolda giden halının ille de kahverengi olması gerekir diye bir muhasebe kuralı mı var?


Bu noktada tezgahtar üstü seviyede bir çalışan devreye girip, bunun mümkün olduğunu söyledi de bu sürrealist konuşma sona erdi. Biz de Bağdat Caddesi'nden Capitol'e kadar gitmek zorunda kalmadık. Adamın muhasebe kurallarını bilememesi, ona öyle öğretilmiş olması doğal / kabul edilebilir, ancak benim huysuzlandığım, adamın daha önce kafasını kullanarak "yahu bu ne salakça bir kural, niye böyle ki?" diye soruşturmaması. Aynı geçen yıl bir hipermarkette 3 kutu süt alana çekiliş kuponu doldurtan hanım kızımıza yaptığım gibi :

Dolduracağımız kuponda başvuru için son günün bir sonraki gün olan Pazartesi olduğunu okuduğumda "doldurup size verebiliyor muyuz?" dedim. "Hayır, postalamanız gerekiyor" dedi..."E ama yarın süre bitiyor, doldursam da yetişmeyecek ki" dediğimde "hakikaten yaa" deyip kuponları içeri götürdü ve ben mağazadan çıkana kadar da bir daha ortada gözükmedi.

Bir kere daha söylüyorum "Dünyayı huysuzlar kurtaracak ve bir huysuzun, saçma olaylara, saçma insanlara hırlaması ile başlayacak herşey".

Tarihin garip cilvesi veya tesadüfün iğne deliği olarak Huysuz İhtiyar'ın oğlu Seyit Ali de Huysuz Orta Yaşlı'nın sevgili oğlu Huysuz Velet ile aynı zamanda (Temmuz başında) yazı yazmaya başladılar. Yukarıda birileri dalga mı geçiyor ne?

Bu yazının sorusu : Bebeklerin masum yüzleri olduğu ve onlara bakanların içlerini olumlu duygular, rahatlama, barışçıl hisler kapladığı konusunda hemfikiriz değil mi? Acaba diyorum bütün insanlarda bir tuş olsa, bu "reset" tuşu "fabrika ayarlarına geri dön" işlevini yerine getirse, güzel olmaz mı?

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Veya bu sefer açık bırakın, belki Huysuz İhtiyar'ın ruhu gelir, "yahu bu kapı niye kapalı?" diye huysuzlanmasın)

Toplumsal Ahlakın sopası hepimizin üzerinde olsun

Pazar, Temmuz 17, 2005

HOY - 19

+ Çatlak ve kırçıl sesli bayanlar ilgimi çeker. Severim. (Bazılarının kulağını tırmalayan bu sesler bana çekici gelir. Belki sabah, yataktan yeni kalkmışlığı anımsattığı için...Hani tekrar yatağa girmeye hazır gibi...Bilemiyorum)

Geçenlerde beğendiğim bir tişört için sevgili eşimle mağazaya gittik. Kalmamış. Gerçek olamayacak kadar güzel yeşil gözlü ve çatlak sesli bayan tezgahtar “ben sizin için arar, bulunca haber veririm” deyip telefon numarası istedi. Eşimin cep telefonunu verdik.

Çıkışta “kızın sesi ne çekiciydi değil mi?” dedim. Sevgili eşim, “e güzelim o zaman senin cep telefon numaranı verseydik” dedi. Kendine güvenen bayanları daha çok severim (Şimdi diyeceksiniz ki “e huysuzluk bunun neresinde?” Hanım kızımız o tişörtten bulamazsa huysuzluk o zaman çıkacak ortaya)

+ Bendeniz (şarkıcı olanı) ne diyor yau?

Bastım mühürü görecek gününü
Arayıp soracak tek tek bakacak
Evirip çevirip düşecek elime

Canını yakarım hadi gör bakalım
Bal döken diline kırmızı biberi
Sürmedim ama sürerim bu defa


Benim bildiğim mühür basmak evlenmek anlamına gelen bir deyim...Bu şarkıda intikam almak için evlenen birinden mi bahsediliyor? (Yoksa bu Kızılmaske'nin bir şarkısı mı? - Küçükken Kızılmaske okumayanlar burayı atlasın - )

Şarkının arkasındaki hikayeyi Aysel Gürel’den dinlemek isterdim.

+ Digitürk’te yeni bir çocuk kanalı açılmış.Sevgili oğlum, telefonla arayıp yarışmaya katılmak için kayıt yaptırmış. Kanaldan arayıp, “evinizde hayvan besliyor musunuz?” diye sormuşlar. Evcil hayvan besleyenlerle ilgili bir de program yapacaklarmış. Bizimkiler “yok beslemiyoruz” demiş. “E oğlum” dedim “evet besliyorum, evde bir ceylan bir de ayı var deseydin ya. Geldiklerinde annen ile beni gösterirdin”

+ Umarım huysuzlanmanın zaman aşımı yoktur. Kendisi öldü ama sevgili oğlumun mp3 oynatıcısına şarkılar yüklerken Ahmet Kaya’nın “Giderim” şarkısını yeni ruh halimle bir kere daha dinledim ve “ne yapmışsın sen, gözüm?” dedim.

Hani

Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim


diye başlayan şarkı (Sevgili web-fm, öyle bir imkanımız yok değil mi? Hani okurcular burayı okurken “Giderim” şarkısı çalsa hafiften...Bizim kuşak yeniden hatırlasa, yeni kuşaklar da öğrense. Yok di mi? Tüh.)

Şarkının sonunda

Beddua etmem üzülme
Kafama sıkar giderim


Gözüm ne yaptın sen, ya? Kafana sıktıktan sonra nasıl gideceksin ki? Oraya yığılıp kalmaz mısın? Yoksa nişan aldığı yeri ıskalayacak mısın? Yok artık...Hem de bu kadar yakın mesafeden...

Şarkıda Ahmet Kaya kendi içinde de tutarsız

Sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim

diyor.

E hani biraz üstte

Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarımın üzerinden
Su gibi akar giderim


demiştin...Kapıyı çarpınca ses mi çıkmayacak, gürültü yapmadan gideceksen, kapıyı niye çarpıyorsun, anlamadım ki ben şimdi seni ?

Şarkı güzel, kendi içinde tutarsız ama güzel...Özellikle “Ezdirmem sana kendimi” lafı tavla oynarken mars olma veya oyun vermenin kaçınılmaz olduğu durumlarda, pulları bozarak yenilgiyi kabul ettiğimde söylediğim favori bir lafımdır.

+ Geçen yazıda bir hata yaptım sadece bir arkadaş huysuzlandı, meğer Japon, Pi sayısını 83 bin 431. haneye kadar ezberden söylemiş. “1 milyonuncu haneyi senin bilgisayarın da hesaplar” dedi...Olsun zaten ben de ona değil ördek vak vak’ının yankılanmaması geyiğine huysuzlanmıştım. Ama bu durum, ya yazılarımın dikkatsizce okunduğunu ya da aktüalitenin takip edilmediğini gösteriyor. (Ya da “ne bulaşacağız, ya?” diyorsunuzdur, bilemiyorum artık)

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Tamam, artık sonuna kadar itmeyebilirsiniz. Web-fm kapı otomatiği taktırdı...Adı o mu bilmiyorum ama işte hani yarı yolda bırakıyorsunuz da, kapı kendisi yavaşça kapanıyor. Ahmet Kaya gibi çarpmanıza gerek yok)

Toplumsal Ahlakın Sopası Üzerinize Olsun.

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

HOY - 18

+ Fiyatları mı ucuzladı, kiralama yolu mu açıldı bilmiyorum ama etrafımda akülü arabalar çoğalmaya başladı. Çocuğuna akülü araba alan babalara tekme tokat girişmek istiyorum.

Sen çocuğuna bisiklet veya pedallı araba almak yerine saatte 5 km.hızla giden akülü araba al, sonra da “oğlumuz niye obez oldu, niye evde koltuk tepelerinden inmiyor?” diye şikayet et. De get...

+ Geçenlerde bir arkadaş, geçen yazımda söylediğime inanamamış. “Gerçekten buğulu cama yumruk bastırması yolu ile çocuk ayak izi yapıyor musunuz?” dedi. Ben “evet, ne var ki bunda? Sen de mi camların kirlendiğinden bahsedeceksin?” deyince, “Manyak mısınız siz, niye böyle şeyler yapıyorsunuz ki?” dedi. Meğer eşi de aynı şeyi yapıyormuş...

Konu buradan erkeklerin niye büyümediği, hep çocuk kaldığı, oyuncak sektörünün eşek kadar olmuş adamların sayesinde ayakta durduğu, ne zaman oyundan vazgeçip büyüyeceğimize geldi.
Arkadaşla konuşurken konu kafamda şekillendi. Erkekler çok erken yaşlarda, “hadi sen büyüdün artık, bırak bu oyuncakları, dersine bak, işine bak” diye çocukluk oyuncaklarından kopartılıyor, oyun dönemi kapatılıyor.

Hayatının geri kalan döneminde ise oğluyla ve oğluna diye aldığı oyuncakları ile oynamak için fırsat kolluyor. Sonra da gelsin aşağıdaki konuşmalar :

- Oğlum bak öyle değil böyle oynayacaksın, ver bakayım şu kumandayı..
- Oğlum, ev, tren yolunun bu kadar kenarında olur mu? Bak, uçağı da nereye koymuş yaa...Kalk şuradan kalk...
- Oğlum viraja girerken elini gaz tetiğinden çeksene...E bak gördün mü araba gene virajı alamadı. Öğretemedim gitti sana şu direksiyon kontrolünü...Bir ver bak...
- Ya, ne olmuş Darth Vader’cılık oynarken ışın kılıcı ile vazoyu devirdiysek? Bu kadar tantana edecek bir şey yok ki sevgilim....Tamam, bir daha olmaz...Tamaaam bundan sonra dışarıda oynarız...Yaa tamam dedim...Gerçekten...Ben en iyisi gideyim sabah dediğin gibi bulaşık makinesini boşaltayım, he?
- Langırtta bir maç daha mı? Tamam, hadi gel bakalım... Ama bu sefer 5 gol avans isterim...
- Oğlum bırak playsation’ı hadi biraz test çöz. Kapatma, kapatma...Vaaay Winning Eleven oynuyormuş, dur bakayım nasıl birşey?
- Bak, annen gelmeden yarış pistini toplayıp kaldırmamız lazım, ona göre...
- Eraaaay Simpsons başlıyoooor...

E peki kadınlar niye böyle değil? Onlar niye büyüyorlar? Hayır efendim, büyümüyorlar. Onların oyun çağı hiç geçmiyor. Küçükken de evcilik oynuyorlar, büyüdüklerinde de. Küçükken bebeklerini giydiriyorlar, büyüyünce eşlerini ve çocuklarını.

Geçenlerde eve girerken merdivenlerde evcilik oynayan küçük kız çocuklarını gördüm, evde de teyze kızları ile gün olayına girmiş sevgili eşimi...Aradaki fark sadece fincanların daha büyük olması, içlerinde su yerine gerçek çay olması, kurabiyelerin plastik fırınlarda değil de gerçek fırınlarda pişirilmesi. Küçükler bahçede evcilik oynuyor, Büyükler evde. Küçükken ayna karşısında dakikalar geçiriyorlardı, büyüyünce saatler. Bundan büyük mutluluk yoktur herhalde (yani küçükken sevdiğin bir şeyi büyüyünce daha uzun süreler yapma olanağı sebebi ile yoksa kötü bir niyetim veya şikayetim yok)

Örneğin eşim “eve gelmeden önce 2 saat misket oyna, yoksa seni eve almam, yarın da çivi oynayacaksın, Çarşamba’ya senin adına arkadaşlarına yılan oynama sözü verdim, gitmezsen ayıp olur” dese dünyanın en...demeyeyim de epeyce mutlu erkeklerinden biri olurum.
Ne yazık ki biz erkeklerin çocukluk oyunlarını devam ettirmelerine izin vermiyorlar. Bütün anlaşmazlık buradan çıkıyor. Çocukluktaki favori oyunlarımızdan doktorculuk – hemşirecilik’i bile oynamamıza izin vermiyor toplum. (Sevgili web-fm, isterseniz burayı sansürleyebilirsiniz. Tabi, bir grup hemşirenin site önünde posterlerimi yakmasını istemiyorsanız)

Beşiktaş’ta bir mağaza var. Adı : Toys for Big Boys...Tavsiye ederim...(Hayır yau, muzır şeyler yok)

+ Size de gelmiştir, geçenlerde bir arkadaş “Bunları biliyor musunuz?” adı altında bir sürü gereksiz bilginin sıralandığı bir yazı göndermiş...Bana hem de benim gibi huysuz birine..
Maddelerden biri

Ördek sesi yankı yapmaz. Nedenini de kimse çözemiyor..

Bu bilgi bana yıllar önce gönderilmişti. Saçma bulmuştum, madem ortada duyabileceğimiz bir ses var, yankısı niye olmasın? Sır Kapısı mı burası? Üşenmeyip araştırmış ve şu haberi bulmuştum :

Ördek sesi de yankılanırmış 08/09/2003 (195 defa okundu) AP - SALFORD -
Kim demiş ördeklerin çıkardıkları sesler yankılanmaz diye? Britanyalı bir profesör, ördek sesinin de pekala yankılanabildiğini kanıtladı. Britanya'daki Salford Üniversitesi görevli akustik uzmanı Prof. Trevor Cox, gerçekleştirdiği çeşitli bilimsel deneylerle 'ördek sesi yankılanmaz' tezini çürüttü. Prof. Cox, ördeklerin vaklamasının da tüm diğer sesler gibi yankılandığını, ancak kimi insanların yankıyı duymadıklarından, ördek sesinin eko yapmadığını düşündüklerini söyledi.

Aslanım Prof. Trevor Cox, Salford Üniversitesinin sana verdiği paraya helal olsun. Sayende arkadaşıma

Yani gıcıklık mı dersin, huysuzluk mu dersin, kıllık mı dersin, "işin gücün yok mu yahu senin?" mi dersin, "ne istiyorsun benden yahu?"mu dersin, "niye taktın bana kafayı?" mı, dersin, ne dersen de, seni yanlış çıkartmak boynumun borcu
-Ördeğin sesi yankı yapmaz.mış...
Yok yaaa, bu haber ne o zaman? Buyur sana Radikal'den konu ile ilgili haber...Buna ne diyeceksin? Şiştin mi? Uydurduğun şeyleri tek tek araştırıp gözüne sokmak isterdim ama inan vaktim yok..Şimdilik bu kadar

diyerek huysuzluk yapma olanağı bulmuştum.

(O yazının içinde bir de “pi sayısının 1 milyonuncu hanesi 9’dur” bilgi vardır, 2 gün sonra bir Japon’un Pi sayısının 83 bin 341.hanesini hesaplayarak rekor kırdığını yazdı. Yuh yani 1 milyon nerede 83 bin 431 nerede?)

Demek ki neymiş insan arkadaşlarına bir bilgi verirken ince eleyip sık dokuyacak. Ya ben o arkadaşın verdiği bilgilere güvenip eş/ahbap/dost meclislerinde kullansaydım ve rezil olsaydım. (Mesela pi sayısını hesaplayan kişi Japon mu Çin’li mi karıştırdım (zaten ben onları hep karıştırırım), açtım google’dan araştırdım. Hep böyle olmak lazım. Sorumluluk ve disiplin sahibi)

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (Diyecek birşey bulamıyorum artık. Geçen gün geldim gene ağzına kadar açık)

Toplumsal Ahlakın Sopası Üzerinize Olsun.

Çarşamba, Temmuz 06, 2005

HOY - 17

+ 30 Hazirandan itibaren 13 yaşından gün almaya başlayan sevgili oğlum, yaptığım huysuzluklara dayanamayarak, sonunda evi terketti. Ama çok şükür aynı site içinde bir evde sakin sakin yaşamaya ikna ettik. Benimki gibi periyodu olmayan periyodik düzende (yani kafasına estiği zamanlar) Huysuz Velet yazıları ile artık burada ... belki de şurada ... olmazsa bir de şuraya bakın...

+ Geçenlerde, sitede Deli Kızın Türküsü dairesinin sakini Deli Kız, kendisini siteye taşınması için başlattığım ikna sürecinde yazdığım bir mesajı benimle paylaştı. Arşiv temizliği sırasında karşılaşmış ve benimle paylaşmaya karar vermiş. Kendimi övmeyi pek severim ama bu mesajda kendimi de aşmışım. Çok hoşuma gittim, sizinle de paylaşayım istedim :

(...)
bizim site erkek erkeğe kahvehane’sine dönme eğiliminde...Sen yazsan da siteye bir kadın eli değdiği belli olsa, köşelerin üzerine danteller örsen, salonda halının üzerinde çocuklarımızla hoplayıp zıpladığımızı görsen, çocuğun futbolcu kartlarını halıya yayarak sanal da değil reel de değil bir maç tutturduğunu gözümlesen de "ortaya bir kısaca boylu masa alalım (tabi sen böyle demiycen onların bir adı vardır muhakkak, onu diyecen)hem puf olarak kullanalım, hem de üzerine birşeyler koyarız her seferinde zigonları getirmek çok külfetli oluyor" desen ve fakat aynı ay içinde (şimdi burada "ayı çıkmadan" diyeceğim ama bu sefer sen "sizin evde arada bir ayı mı çıkıyor, siz bütün işlerinizi onun çıkmasından önce mi yapmaya çalışıyorsunuz?" dersin diye "aynı ay içinde" dedim) o kısa boylu masanın üzerini hint tülleri, meyvelikler (ki içindeki yapay meyveler, olmazsa olmaz bir şark efsanesidir), vazolar, kızılderili, zenci, macar, matruşka (bunların rus olduğunu söylememe gerek yok) bibloları ile doldursan bize ne ayak uzatacak ne de elimizdeki hakiki meyvelerin tabaklarını koyacak yer kalsa, "köşeleri dönerken duvarlara tutunmayın, elinizin izi kalıyor" desen, çocuğumuzla birlikte soğuk kız gecelerinde cama hohlayıp elimizi yumruk haline getirerek mühür basar gibi çıkardığımız izlerle çocuk ayağı yapsak, sen "camı kirletiyorsunuz" desen, "ortalığı toplamadan siteyi kapatmayın, biz yokken biri gelir, rezil oluruz" desen, "haftalardır bu siteden dışarı adım attığımız yok, dışarı çıkalım" diye tuttursan, "ne zevk alırsın aynı filmi tekrar tekrar seyretmekten" desen, "ne olmuş tam gol anında televizyonun önünden geçtiysem, a-ha tekrarını veriyor, istediğin kadar seyret" desen ve aynı şey olmadığını anlamasan, liseden, üniversiteden arkadaşlarımın yatıya gelme isteklerine surat assan, benim "keşke senin kız arkadaşların da yatıya kalsa" dememe, anlamayan daha doğrusu benim anlayamadığım gözlerle baksan....yaa, son tahlilde düşündüm de bunları yaparsan hiç iyi olmayacak...Sen en iyisi bunları yapmayacağına söz verip "ben sadece vitesi boşa alıp yazarım, ne bedel isterim ne hesap sorarım, ne sitemle güzel kalbinizi yorarım" de ve yaz...Olmaz mı?
(...)

+ Geçenlerde bir dostum, "yaa iyi şeyler yazıyorsun, söylediklerinin çoğu belki de doğru ama Huysuz adı ile yazdığın için insanda bir tepki oluşuyor. Huysuz, olumsuz, negatif anlamlar içeriyor bunun yerine Düşünen Orta Yaşlı (DOY), Kaşınan Orta Yaşlı (KOY), Soyunan Orta Yaşlı (SOY) gibi bir isim kullansana” dedi. Kendisine verdiğim cevabı burada tekrarlayamam ama esas itibari ile düşüncem şu :

Toplumu ileriye götüren halinden memnun olmayan ve huysuzlanan kişilerdir. Halinden memnun olan adam niye gelişme istesin ki? Huysuzlanmayıp, durumu olduğu gibi kabullenen nasıl geliştirsin ki?

Christoph Colomb, halinden memnun olsaydı (pardon yazının burasında, siz okurken hissetmeyebilirsiniz ama, sevgili eşimin talimatı ile yazıya ara verip sucu'ya su siparişi vermek için yazının başından kalktım. Hazır ayağa kalkmışken çaydanlığı da raftaki yerine kaldırmam istendi, kapak yere düştü onu almak zorunda kaldım. Tabi bu demek değildir ki, siz de yazıyı okurken başınıza gelenleri benimle paylaşabilirsiniz. "Kalktım çay aldım. Kendime bir tost yaptım. Çiçekleri suladım. Akşama ne pişireceğimi düşündüm. Okurken uyuyakalmışım biraz üşüdüm" gibi interaktif bir paylaşım istemiyorum) ve karısı da dizinin dibinden ayrılınmayacak kadar güzel ve munis biri olsaydı, deli miydi kalkıp "Ben Hindistan'a gidiyorum" diye aylarca yelken bassın? Veya Pasteur, "amaaan sütü böyle içsek de olur, ölen ölür kalan sağlar bizimdir"deseydi, gecesini gündüzüne katıp pastorizasyon işlemine kafa yorsun?

Onun için huysuzluk iyidir, huysuz insanlar yararlı insanlardır deyip konuyu boğmak istiyorum

+ Geçenlerde bir hafta izinliydim ve oturduğum siteden dışarıya adımımı atmadan geçirdim. (Bu konuda beni anlamayan, bana hak ver(e)meyen arkadaşlarım var, en başta da sevgili eşim.) Havuz kenarında güneşlenen insanları balkondan gözümleme (omuzum üzerinden yazıyı okuyan sevgilim oğlum tam "gözümleme diye bir kelime yok ki" diye huysuzlandı, Ferhan Şensoy bulmuş ve kullanıyor, benim ondan ne eksiğim var?Hayatına girmiş 736 - 821 adet kadar bayan ve 11 yıl fazlası var o kadar.) olanağı buldum.

İnsanlar istisnasız, ya gazete-kitap okuyor, ya diskman-walkman dinliyor, ya tavla oynuyor. Kendi kendisi ile kalıp, kendi başına düşünen insan hiç yok.(zaten dünyanın Türkçe dışında hangi dilinde fikirin çoğulu efkâr'ı "ooof efkâr bastı'' şeklinde kaygı ifadesi olarak kullanılıyor ki)

Sözün özü, kanımca insanlar kendi kendileri ile kalmaya korkuyor sürekli yanlarına biri, bir eğlence aracı, bir vakit geçirme (hadi burada "meşgâle" diyeyim de Huysuz Orta Yaşlı'lıktan Huysuz İhtiyarlığa dikey geçişin ilk sinyallerini vereyim) yardımcısı arıyorlar.

Aslında bu maddeye, evde kalmaktan ne kadar zevk aldığımı anlatmak için başlamıştım, konu başka yere dallanıp budaklandı. Evde kalmak, çok zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamak için arkadaşları ikna etmek adına bulduğum bir kavrama dört elle sarılmıştım "domestic hedonism" (hadi "evcil zevk düşkünlüğü" diyeyim Türkçe'sine.)

Bugünkü (Sevgili oğlum burada da huysuzluk ediyor “senin yazı bugün çıkmayacak, üstelik okuyanlar aynı gün okumayacak, niye “bugün” diye yazmakta ısrar ediyorsun ki?” diye )Hürriyet'in ekinde "Metroseksüeller gitti, hedonistler geldi" başlığını görünce "yaşasın, bir de bu hedonistleri eve soktuk muydu, gelecek ben ve benim gibilerindir" diye kendi kendime sevindim.

+ Gene Hürriyet'ten bir haber; İzmir'de yayınlanan Durum Dergisi'nin Uğur Dündar'la bir röportajını haber vermiş. Eşi Yasemin ve çocukları ile röportaj yapıyor, röportajın bir yerinde muhabir Uğur Dündar'a "Peki en sevdiğiniz çiçek hangisi?" diye soruyor. Uğur Dündar da eşini işaret ederek "En sevdiğim çiçek, karşımda oturuyor" cevabını vermiş.

Durum dergisi muhabirine “Baba, n’aptın sen yaa?” demek istiyorum (son günlerdeki en favori, şaşırma görünümlü bilgi edinme amaçlı soru cümlem – sağolasın Ata Demirer) ama muhabirin cinsiyetini bilmiyorum.

Bu kadar çanak bir soru olur mu yau? Eşinin adı Yasemin, muhabir de Uğur Dündar'a pas açıyor ki o da golü atsın (gerçi bu durumda bayanın adı Zübeyde, Fitnat, Zehra olsa da, Uğur bey, geleceği açısından, aynı cevabı vermesi gerekiyor) Sonuç itibari ile ayıptır yau. İçim kalktı.

+ Geçenlerde Humeyni'nin torunu Zehra Eşragi, "Humeyni aslında özgürlük yanlısıydı. Dedem öldükten sonra düşünceleri çarpıtıldı" demiş ve bombayı patlatmış "Dedem yaşasaydı türbanı atardık"

Hastasıyım böyle aksi ispat edilemeyecek iddialarda bulunanların... İyi ki kendini kaptırıp "çıplaklar kampı da açılırdı, hatta Playboy Merkezi'ni Tahran'a taşırdı" filan dememiş.
"Nasıl olsa aksi ispat edilemez" deyip işkembeden atanları yalancı çıkartmak için zaman makinesinin, alternatif senaryoları yanlış çıkartmak için gerçekleşmesini istiyorum.

Şu iddialar size tanıdık gelmiyor mu?

Okusaydım, âlim olurdum âlim..

Beni Fenerbahçe altyapısından istemişlerdi de Peder bey "okulunu bitir" diye izin vermemişti. Yoksa şimdi Alex'e ihtiyaç yoktu...

Rıza Çalımbay geçen sene sezon başından itibaren BJK'nin teknik direktörü olsaydı, BJK uzak ara şampiyon olurdu...

Menderes asılmasaydı, çoktan AB'de olurduk...

15 yıl önce buralardan arsa alsaydık, ihyâ olmuştuk şimdi...

Yemeği bitirmezsen, arkandan kovalar...

Hamileyken çilek çalarsan, çocuğun çilek şeklinde lekesi olur...

Zar seni seviyor olm, aynı zarlar bana gelseydi ben sana hiç sayı vermezdim...

Atamayana atarlar...(bu kurala uymayana da uygulanacak yaptırım nedir, hep merak ederim)

Katerina çirkin biri olsaydı, şu anda Moskova bizimdi...

Yeteri kadar oy toplasaydık, olimpiyatlar İstanbul'da yapılırdı...

Yaşar Kemal İsveç'li olsaydı, şimdiye kadar 3 tane Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştı...

10 tane daha Çetin Altan olsa, rönesans Türkiye'den başlardı...

Seninle evlenmeseydim, şimdi Dünya Bankası Başkanı'ydım...

Condoleeza Rice, bir zamanlar bir İran'lı genç tarafından terkedilmeseydi, İran'la bu kadar uğraşmazdı...

Sezen Aksu 1600'lü yıllarda yaşasaydı, şimdi Bach'ın yerine onun adını duyardık...

Örnekleri siz çoğaltırsınız artık, ana fikri iletebildiğimi umuyorum. Bu tip insanlara karşı uyanık olmakta ve prim yapmalarına izin vermemekte yarar var.

Yıllarca sırf "para ile başarı olmaz, hırs lazım, inanç lazım" diye işkembeden atanlara örnek olsun diye Chelsea'nin şampiyon olmasını diledim (ManU taraftarı olmama rağmen)

Çok şükür, bugünleri gördüm...Beyler? Nasıl? Para dökerek, en iyilerini transfer ederek, toplama takım ile de şampiyon olunuyormuş, değil mi?

+ Maddelere göz attım da "Geçenlerde" diye başlayanlar ne kadar çok... Çok yoğun günler yaşamışım çook.

Şimdilik bu kadar, son okuyan ışıkları kapatıp kapıyı çeksin, bir de dışarıdan yüklensin kapıya, bazen tam kapanmıyor. (sağolsun, web-fm bütün siteye klima taktırdı, içerideki serin hava Afrika sıcaklarını soğutmaya gitmesin)

Toplumsal Ahlakın Sopası Üzerinize Olsun